"O susarken, sigara içerken, bakarken, uyurken,
severken, solurken. Sanki bunalımı bile rahatlatıcı. O varken ya da yokken.
Teninin bu denli güzelliği sonsuz durgunluktan kaynaklanıyor ve bana bu sonsuz
yeryüzünden, yaşamdan ve ölümden daha da sonsuz geliyor. İşte bu duygu
nedeniyle onunla olmalıyım, onsuz bile olsam."
12 Mayıs 2015 Salı
10 Mayıs 2015 Pazar
Anne!
Akşam annemle babam televizyon seyrediyorlardı. Annem
"Geç oldu, zaten yorgunum, ben yatıyorum." dedi.
Annem kalktı, mutfağa gitti. Çerez ve meyve tabaklarını çalkaladı kaldırdı. Sabaha hazır olsun diye çaydanlığı doldurdu, demliğe çay koydu. Şekerliğe baktı, dibinde az kalmış, üstüne ekledi. Kahvaltı için buzluktan ekmek çıkardı, akşam yemeği için çözülsün diye de eti aşağıya koydu. Kahvaltı masasını hazırlamak için masanın üstündekileri topladı. Telefonunu şarja koydu. Sonra çamaşır makinesinden ıslak çamaşırları çıkarıp astı ve makineyi tekrar doldurdu. Banyodaki çöp sepetini boşalttı. Islak bir havluyu kurusun diye duş perdesinin borusuna astı. Esneyerek gerindi ve yatak odasının yolunu tuttu.
Çalışma masasının yanından geçerken durdu, kardeşimin okul gezisi için para sayıp ayırdı, eğilip sandalyenin altına girmiş ders kitabını aldı, masanın üstüne koydu. Kek tarifleri defterini çıkardı, arkadaşına söz verdiği tarifi bir kağıda yazdı, çantasına koydu. Bakkaldan alınacakları not etti, notu da çantasına koydu. Sonra gitti temizleme losyonuyla yüzünü yıkadı, dişlerini fırçaladı. Gece kremini ve kırışık önleyici nemlendiricisini sürdü.
İçeriden "Sen yatmaya gitmemiş miydin?" diye seslenen babama "Şimdi gidiyorum." deyip kapıları pencereleri kontrol etti. Kardeşimin odasına gitti, kız uyumuş. Lambasını söndürdü, bilgisayarını kapattı, tişörtünü katladı, yerdeki kirli çorapları toplayıp sepete attı. Bana geldi, "Haydi sen de yat artık." dedi. Kendi odasına gitti, saati kurdu, ertesi gün giyeceklerini hazırladı. Kendi kendine iyi geceler diledi, hayallerinin gerçekleştiğini gözünün önüne getirdi.
İşte o sırada babam televizyonu kapattı, ortaya öylece bir "Ben yatıyorum." dedi ve gitti yattı.
Annem kalktı, mutfağa gitti. Çerez ve meyve tabaklarını çalkaladı kaldırdı. Sabaha hazır olsun diye çaydanlığı doldurdu, demliğe çay koydu. Şekerliğe baktı, dibinde az kalmış, üstüne ekledi. Kahvaltı için buzluktan ekmek çıkardı, akşam yemeği için çözülsün diye de eti aşağıya koydu. Kahvaltı masasını hazırlamak için masanın üstündekileri topladı. Telefonunu şarja koydu. Sonra çamaşır makinesinden ıslak çamaşırları çıkarıp astı ve makineyi tekrar doldurdu. Banyodaki çöp sepetini boşalttı. Islak bir havluyu kurusun diye duş perdesinin borusuna astı. Esneyerek gerindi ve yatak odasının yolunu tuttu.
Çalışma masasının yanından geçerken durdu, kardeşimin okul gezisi için para sayıp ayırdı, eğilip sandalyenin altına girmiş ders kitabını aldı, masanın üstüne koydu. Kek tarifleri defterini çıkardı, arkadaşına söz verdiği tarifi bir kağıda yazdı, çantasına koydu. Bakkaldan alınacakları not etti, notu da çantasına koydu. Sonra gitti temizleme losyonuyla yüzünü yıkadı, dişlerini fırçaladı. Gece kremini ve kırışık önleyici nemlendiricisini sürdü.
İçeriden "Sen yatmaya gitmemiş miydin?" diye seslenen babama "Şimdi gidiyorum." deyip kapıları pencereleri kontrol etti. Kardeşimin odasına gitti, kız uyumuş. Lambasını söndürdü, bilgisayarını kapattı, tişörtünü katladı, yerdeki kirli çorapları toplayıp sepete attı. Bana geldi, "Haydi sen de yat artık." dedi. Kendi odasına gitti, saati kurdu, ertesi gün giyeceklerini hazırladı. Kendi kendine iyi geceler diledi, hayallerinin gerçekleştiğini gözünün önüne getirdi.
İşte o sırada babam televizyonu kapattı, ortaya öylece bir "Ben yatıyorum." dedi ve gitti yattı.
Anneler günün kutlu olsun annem!
9 Mayıs 2015 Cumartesi
Kahraman Tazeoğlu.
“Önemli olan en mükemmeli bulmak değil; elindekinin
kıymetini bilip ona sahip çıkabilmektir…
Unutma ki sahip olduğun en önemsiz şey bile sana ait olmayan en kusursuz şeyden
daha değerlidir.
Çünkü sana aittir o, senindir…
Çünkü sana aittir o, senindir…
Bu yüzden hayatındaki her şeyin kıymetini çok iyi bilmelisin.
Elinden tuttuğun
kişinin gözlerine bak ve ona ne kadar güzel olduğunu söyle.
Senin için ne kadar
önemli olduğunu anlat ona.
En önemlisi de söylediğin her şeyi gerçekten
hissetmesini sağla.
Ve onu sana verdiği için Allah’a şükret…
Bütün güzel yanları gibi, onu kusurlarıyla da sev!
Çünkü karşındaki kişi senin onu sevdiğin kadar güzeldir.
Ne kadar seversen, o kadar güzelleşir…”
8 Mayıs 2015 Cuma
Düşüncelerin İntiharı...
Uyanınca aklına gelen ilk düşünce "ölmek
istiyorum" olan kadın bunun nasıl da bir ritüel haline dönüştüğünü
düşünüyordu. Son günlerde hep aynı düşünce vardı. Zihni nasıl bu kadar
bulanıklaşmıştı? Hayat olanca hızıyla devam ediyordu ama sanki artık her şey
başkaydı, herkes yabancı. Sürekli kanayan bir yara pansumanla kaç gün, kaç
hafta, kaç ay dayanabilir?
Öyle ya, intihar sadece geride kalanlar için intihardır. Biliyordu
kadın, uzaklaşmalıydı derhal bu düşünceden ama her sabah ölüm düşüncesiyle
uyanan birinin düşüncelerine hükmetmesi de aykırıdır zaten yaşama. Sahi, yaşam
neydi?
Kadın düşünüyordu şimdi. Kim üzülürdü? Öyle
değil. Lafta değil. Cenazelerdeki kuru kalabalık değil. Samimiyetsizleri ve sırtlanları bir bir eledi zihninde. Bir elin parmaklarının bile
kalanları saymak için fazla geldiğini fark edince parmaklarını da kesmek
istedi. O rakam dörttü. Sadece dört. Dört kişi. Geride bıraktığı her 5 sene
için bir insan. Pek de iyi bir istatistik değil.
İki seçenek gördü önünde. Bunun bir sonu
olmalı, bu sabahlar yeniden bir anlam kazanmalıydı. Ya da öbür seçenek, şakakta
hissedilen soğuk metale rağmen ona daha sıcak gelen seçenek. Kadın ağlıyor, kadın kanıyor, kadın biliyordu. Sonun veya yeniden doğuşun müjdeleneceği o gün artık
çok yakındı.
Deal or Not Deal?
Anlamak anlaşmanın yarısıdır. Anlaşmaksa birlikteliğin çok
büyük bir kısmı. Anlaşmazlık içindeki bir hayat anlaşılmazlıkta mukim ve yok
olmaya mahkum. Önce anlaşmakla başlamaz mı bir sürü hikaye? O güzel günlerin
hemen öncesinde kavuşmaz mı baş yastıkla "ne güzel anlaşıyoruz"
düşünceleriyle, koşmadı mı akıl kalbe doğru, böyle böyle yakalamadılar mı
birbirlerini?
Önce anlamak lazım. Anlamayı anlatmak takip edecek ve sonra anlaşmak lazım
gelecek. Anlaşınca zaten, sevmek de kolay, sevişmek de.
4 Mayıs 2015 Pazartesi
Farkında mısın?
Bir kitabın son satırını da okuduktan sonraki gülümsemeyi
veya gözyaşını, kitabın kapağını kapatıp eğik durmaktan yorulmuş boynunu arkaya
yaslamayı ve içinden çıkmış olduğun dünyayı gözden geçirmeyi kitap okumayanlar
bilmiyor. Düşünebiliyor musun?
Can Dündar.
İlk yarı bitti.
Baktım; lise fotoğraflarım sararmış, sınıf arkadaşlarım yaşlanmış. Yaşamın orta
sahasına girmişim, irkilmişim. İlk yarı sadece bir ısınmaymış meğer. Asıl
ikinci yarıda anlaşılırmış tadı hayatın, kavganın, aşkın... Bense şaşkın...
Devre arası bilançolarındayım.
Oysa -herkes bilmezden gelse de- skoru belli oyunun. 30'larda dedeni ve nineni
kaybediyorsun, 40'larda anneni ve babanı... Ve 70'lerde kendini... Şimdi devre
arası, yolun yarısı. Bugüne dek ancak tanıştık hayatla. Asansör çıkarken
yukarı, dönüp bakmadım bile aşağı. Dönmesin diye başım.
Nazım'ın dediği gibi "Kopardım portakalı dalından ama, kabuğu
soyulmadı,
sevdalara doyulmadı..." Doydum diyen görmedim ki ben zaten... Lakin
gel de zamana anlat bunu...
Uyarlama /Can DÜNDAR
Nasılsın?
Çok hasta bir adamın sabah uyandığında yaşıyor olmasına lanet etmesi gibi.
Odaya giren torununun yüzünü görüp yaşadığına şükretmesi gibi.
Ne yapacağını şaşırmış biri oluverirsin.
Kendine laf geçiremeyen...
İpe sıra sıra geçirilmiş, güneşte kurutulan sebzeler gibi geçer günler.
Anlamazsın yani.
İçi boş.
Şöyle bir şey var işte, o sebze artık ne kuru ne yaş.
Yaşken yiyemedin, beklemen lazım artık.
Baharda yaparsın, yazda kururlar, kışa yersin.
Bekleyeceksin, o kış gelecek.
O kış bizim.
Gelecek.
En fazla...
Denizleri aştım sen.
Çölleri aştım sen.
Fil de sürdüm, deve de.
Fil de sürdüm, deve de.
Yer altına da girdim, tırmandım göklere de.
5 kıtada her iklimi gördüm, mevsim hiç değişmedi.
Gözlerinin yanından en fazla favorilerine uzaklaşabildim.
3 Mayıs 2015 Pazar
Uçurum.
Yükseklikten korkum yok.
Korkular kalpsizlerin işi.
Senin sesin değince yüreğimin el değmemiş gün görmemiş yerlerine,
Korku mu kalır bende.
Ancak sen yine de gezme kenarında uçurumların.
Boş ver sen uçurumları!
Güzel olan ne varsa ilham bekler senden, gülüşünden...
Gel beraber simit atarız martılara, belki dua ederler yarınlarımıza.
Sabahattin Ali.
Sonra çıkıyorsun dışarı,
Bakıyorsun güneş hâlâ tepede.
Bir cigara yakıyorsun.
Ve yıllardır kurduğun cümleyi ,
Bilmem kaçıncı kez kuruyorsun:
"Napalım, kısmet değilmiş..."
Kaydol:
Yorumlar (Atom)










